1859 yılının Eylül ayıydı.
Birden tüm dünya kaynayan devasa bir gaz bulutu tarafından yutuldu.
Kutuplardan tropik bölgelere kadar gezegende kan kırmızısı bir kutup ışığı patladı.
Dünyanın her yerinde telgraf sistemleri çöktü, makineler alev aldı ve elektrik şokları operatörleri bilinçsiz hale getirdi.
Pusulalar ve diğer hassas aletler sanki devasa bir manyetik yumrukla vurulmuş gibi sarsılıyordu.
Kimse ne olduğunu anlayamamıştı.
Bir kişi hariç.
O, İngiliz amatör İngiliz gökbilimci Richard Carrington’du.
1 Eylül günü pirinç teleskobuyla gökyüzünü izlerken, güneşin üzerinde aniden parlak bir ışığın belirdiğini gördü.
Önce teleskopunda bir arıza olduğunu düşündü.
Kontrol etti, tekrar baktı.
Korkunçtu.
Alev alev kor kırmızı bir bulut dünyaya doğru geliyordu
Carrington güneşte devasa bir patlamayı izleyen ilk insan olmuştu.
Bu gözlem dünya tarihinde kayıtlara geçen en şiddetli jeomanyetik fırtınaydı.
Gezegene 10 milyar atom bombası enerjisine karşılık gelen elektrikli gaz ve atom altı parçacıkları püskürmüş, telgraf iletişiminin aksamasına ve elektrikli sistemlerin alev almasına neden olmuştu.
Normalde kutuplardaki auroralar, Küba ve Hawaii gibi güney bölgelerden bile görülmüştü.
Oluşan ışık o kadar şiddetliydi ki, karanlıkta gazete okumak bile mümkün oluyordu.
NASA ve bilim insanlarına göre dünyamız birkaç ay içinde devasa bir güneş patlamasıyla karşı karşıya kalabilir.
Yabancı medyada her gün bu konuyla ilgili bir haber çıkmakta.
Felaket senaryoları sayfa sayfa yazılmakta.
Elektriksiz, internetsiz, televizyonsuz, telefonsuz bir hafta geçirebileceğinizi düşünebilir misiniz?
Yazar Nazan Bekiroğlu’nun sözüydü sanıyorum.
“Doğa son sözü söylemeye karar verdiğinde, teknoloji sükut eder.”
Bu öyle bir sessizliktir ki, Atila İlhan’ın mısraları gelir akla.
“An gelir
Paldır küldür yıkılır bulutlar
Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet.“